24 Kasım 2008 Pazartesi

BU BOYKOT DA NEREDEN ÇIKTI?

Geçtiğimiz günlerde üst üste yaşanan Deniz Feneri yolsuzluğu, bunun AKP bağlantısı iddiası, bu iddianın yayınlanması üzerine Başbakan’ın anlamsız bir şekilde bu iddiaların yayınlandığı organların sahibi olma sıfatını taşıyan medya patronuna çatışı ve akabinde gelen “çeşitli” gazeteleri boykota çağırması. Tüm bunları yaparken, Başbakan’ın düşündüğü neydi? Tam olarak bilemeyiz tabi ki, benim ki de yalnızca bir tahmin. Bakalım inandırıcı olabilecek miyim?

Maaşından Utanan Başbakan

Bundan yaklaşık dört sene önce Başbakan Erdoğan, zamanın Almanya Başbakanı Schröder’e maaşını sorar. Schröder’in kendinden 5 kat fazla maaş almasını kendine yediremez, ayrıca bunu kullanarak aktif ticaretin içinde kalmasını da savunur (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/03/04/gnd105.html). O sıralarda da kendisi gibi maaşı dışında bir çok “ek” geliri olan İtalya Başbakan’ı Berlusconi, Erdoğan’ın kadim dostu. Bu kadar yakın olmalarının sebebi ise Tayyip Erdoğan’ın biraz da heralde Berlusconi’yi idolü olarak görmesinde yatmakta. Aynı şekilde Berlusconi’de Erdoğan’ı hatalarını tekrar ettirmeyeceği bir öğrencisi olarak görüyor olmalı ki ona teselliler vermekte, tavsiyelerde bulunmakta bir beis görmemekte (http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2002/11/14/politika/politika7.html). Peki, tüm bunlar sonucunda Tayip Erdoğan idol olarak gördüğü kişi gibi olmak için neler yaptı?

Fenerbahçe

Silvio Berlusconi, AC Milan’ın patronuydu. Ancak Tayyip Erdoğan, yalnızca gençken Kasımpaşa tozlu sahalarında top koşturmuştu. Fenerbahçe’ye sıkı bir hayranlık besliyordu, başkanı olmamasına rağmen bir fahri başkan gibi, takımını gerektiğinde zihinsel engelli bir çocuğa karşı bile savundu(http://www.telgraf.net/haberler.asp?haberID=8537&showSt=false). Gelecek transferleri tartıştı, planlarını açıkladı (http://www.stargazete.com/guncel/erdogan-fener-icin-nihati-istiyor-106326.htm). Hatta takımını desteklemeye, yurtdışına bile çıkmayı göze aldı (http://www.milliyet.com.tr/2007/03/27/son/sonsiy08.asp). Hem de tüm bunları çok önemli Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevinin yanında kotarmayı başarmıştı.

Slogan

Peki, diyelim ki bunu saydık. Sırada ne vardı? Konumuza bağlamadan önce ufak bir ayrıntı. Berlusconi’nin partisinin adı (evet adı, sloganı değil) “Forza Italia” yani “Haydi İtalya”, “İleri İtalya”, “Yürü İtalya” şeklinde çevrilebilecek bir adı var. Peki, bize nereden tanıdık geliyor olabilir? İki seçenek sunuyorum size. Birincisi, bu slogan(pardon siyasi parti adı), parti kurulmadan önce -ve hatta hala- İtalya futbol takımının resmi sloganıydı. İkincisi de, sanki biraz “Durmak Yok, Yola Devam” sloganını hatırlatıyor gibi olması olabilir.

Medya

Şimdi sanırım yavaş yavaş konumuza geliyoruz. Tayip Erdoğan, Berlusconi gibi olmaya çok yakınken bir şeyi unuttuğunu fark etti ki bu çok büyük bir şeydi. Berlusconi bir medya patronuydu. Aynen çevirerek aktarıyorum : “Berlusconi'nin asıl şirketi Mediaset içinde üç ulusal, izleyici kitlesinin yarısına sahip televizyon kanalı ve Publitalia adlı reklamcılık şirketini bulundurmaktadır. Ayrıca Arnoldo Mondadori Editore adlı İtalya’nın, bastıkları arasında en popüler dergilerden biri olan Panaroma’nın da mevcut bulunduğu, en büyük basımevinin de sahibidir.” [(http://en.wikipedia.org/wiki/Silvio_Berlusconi#Current_assets) veya vikipedinin anonimliğinden hoşlanmayanlar için ( http://www.cnn.com/SPECIALS/2001/italy/stories/berlusconi/) ]

Berlusconi, bir nev’i Aydın Doğan’ı hatırlatmadı mı sizlere de? Bir medya patronu, demokratik düşünceyi, arenadaki gladyatörlere dönüştürmüş, kulis arkasında kardeş ve sahnelerde güya birbirleriyle çatışan yazarların, gazetecilerin yaratıcısı, belki de sahibi değil midir ikisi de? Peki, böyle bir durumda, Tayyip Erdoğan’ın ne yapması gerekir ki Berlusconi olmak, idealindeki politikacı olmaya bir adım daha yaklaşmış olsun? Mevcut medya patronuna sataşmak olabilir mi? Çünkü istediği orada değil midir? Hazır güya özgür olduğunu düşündüğümüz gazetecilerimizin yazdığı bir şey kendisini rahatsız etmişken bu medya patronuna çatmanın tam zamanı değil midir? Peki, bu çatış, tüm bu Berlusconi yaklaşımları dışında, herkesin gün gibi bildiği Doğan’ın ağzından konuşan kukla gazetecileri başbakanın da bildiğinin en büyük kanıtı değil midir? Peki, bu başbakan bir önceki seçim öncesinde bilboardlarda göz zevkimizi bozarcasına yapılmış “Demokrasinin Yıldızları” afişlerindeki üç siyasetçiden biri değil miydi? E, o zamanlar bu anti-demokratik, özgür düşünce düşmanı durumdan haberdar değil miydi de gerekli olduğunu düşündüğü şeyi yapmadı, mesela “boykota” çağırmadı? Söz konusu olan durum, göründüğü kadar basit olmayan bir durumdur. Demokrasi gerekliliğine, özgür topluma inanmış birisinin sindiremeyeceği kadar da ağırdır. Bir başbakan alenen medyanın yönetildiğini kabul etmiştir. Bu kabul ediş ve karşı çıkış haykırışlarını ise ancak kendisini rahatsız eden bir durum olduğunda yapmayı akıl etmiştir. Bireysel veya “oligarşik” güçsüzlüğünü de ayrıca kabullenmiş, kitleleri “göreve” çağırmıştır.

Eğer sorun Deniz Feneri davası ile ilgiliyse bir şey diyemem, sorun “anti-demokratik bir duruma haklı müdahale” ise de gerçekten bir şey diyemem. Ancak Sayın Başbakan’ın unutmaması gereken bir durum var ki o da şu; Berlusconi tüm bu zenginlik ve statüyü elde ettikten sonra anca başbakanlık koltuğunu ele geçirebilmiştir. Fakat, Erdoğan, kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya gelmiştir başa, bir futbol takımı olmamıştır, medya patronu ise hiç olmamıştır. Bu durumda üzülmeye gerek yok, bence Erdoğan:1, Berlusconi:0!

Hiç yorum yok: