17 Kasım 2008 Pazartesi

KEMALİZM VE EKLEKTİSİZMİ

Kemalizm, veya Atatürkçülük, hiç bir zaman bir ideoloji olmadı. Mustafa Kemal, veya Atatürk, politikasını oluştururken teorik temelleri atılmış bir ideoloji üzerinden hareket etmedi. Politikasını, gerek batılılaşma, gerekse iktisadi, bir ideolojik çizgi üzerinden belirlemedi. Ancak temel sorun zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin 23 Nisan 1920 ile başlayan kurulma sürecinin hangi temellere dayandığı, bu temellerin pratiğinin doğru olup olmadığı değildir. İlk planda önemli olan o günlerin dinamiği çerçevesindeki demokrasi eyleyiciliğine içkin sorunları değil, bu yapılanmanın oluşum sürecine konjonktürel olarak bakmayarak, yine bu yapılanmaya genel bir ideolojik çizgi kazandırmaya çalışan, ve bu ideolojiyi de çocuk kandırır gibi bir eklektisizm ile sunan “resmi ideoloji”nin çözümlenmesidir.

Öncelikle bir kaç kavram üzerinde durmanın gerekliliğinin farkında olmalıyız. Resmi ideoloji nedir? Resmi ideoloji, basitçe, iki farklı kavram ile açıklanabilir. Resmi ideoloji, yeniden-üretim(Althusser) için hegemonya(Gramsci) kurmaya dayalı bir kapitalist ilişkiler zinciridir. Açıklamak gerekirse, Üretici Güçler, artı-değer kazanımını sürdürüp sınıfsal ayrımı keskinleştirmek adına, sömürülen sınıfın devamlılığını sağlamak zorundadır. Ancak, bu devamlılığı sağlarken, sömürülen sınıfın toplumsal kurgular çerçevesinde hareket ettiğinin ve yönetildiğinin de farkına varmaması gerekir. Bu toplumsal kurguların en önemlileri de Althusser’in belirttiği gibi Devletin İdeolojik Aygıtları’dır. Bu DİA’ları kullanarak resmi ideolojinin yöneticisi- devlet veya bazen devlete de sahip olan Üretici Güçler- bir hegemonya kurar. Bu hegemonya insanların özgürce düşündüğünü sandığı zaman bile aslında resmi ideolojinin istediği gibi düşünmesini sağlar. Bu hegemonyayı yaratan DİA’lar çok basit olarak; okullar, medya... diye uzayıp gider.

Özel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne baktığımız zaman, kurulan hegemonyanın bir kaç şekilde oluşturulduğu gözler önündedir. Bunlar Milliyetçilik, İslamcılık veya Kemalizm olarak kendini son günlerde göstermektedir. İlk ikisine burada değinemeyeceğim; bu yüzden asıl konumuz Kemalizm’e gelmek istiyorum. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’in kuruluşunda ve ülkenin emperyalist güçlerden arınarak bağımsızlığa ulaşmasında tuttuğu önemli yer sayesinde, gün geçtikçe putlaştırılan bir kahraman ve buna eklemlendirilmeye çalışılan bir ideoloji vardır: Kemalizm. Kemalizm, Mustafa Kemal’in yaptığı tüm eylemleri tarihsel bağlamı dışında düşünüp günümüze uyarlamaya çalışan içi boş, hatta ideolojinin sahibi olarak gösterilen kişiye de zarar veren bir durum halindedir. Ancak Kemalizm’in kitlesel refleksi nasıl tetiklediği önemli bir noktadır.

Kemalizm bir “ideoloji” halini 1980’den sonra iyice almıştır. Darbe sonrasının “birleştirici”, tek tipleştirici tutumu sonucu; zorunlu din dersleri konmuş, bir sürü sansür uygulaması ile eğitim bilimi hem köreltilmiş, hem de tarihsel bakış ile diyalektik mantıktan yoksun bırakılmıştı. Ancak bu eylemlere, bu birleştiricilik havasına bir temel vermek zorunluluğu baş gösterdiğinde, belki resmi ideolojinin yaratıcısı, belki de en büyük kurbanı olan ordu, ulusal kahraman Atatürk’ün 60 sene önceki eylemlerini, tarihsel bakıştan yoksun eğitim ile birlikte bir güncel ideoloji haline getirmiş ve en güçlü DİA’yı bunun hizmetine vermişti: Okullar ve Üniversiteler.

Özgür düşünceden yoksun bir eğitim, özgür düşünceden yoksun bir toplum demektir, veya Marx’ın dediği gibi, kapitalist düzende, toplumsal formasyon. Üretim ilişkilerinin “sağlıklı” sürekliliği için feda edilen milyonlarca genç burada söz konusudur. Yaratılan ideolojiye gelirsek eğer; başarısı tartışmasızdır. Fakat, her ne olursa olsun, sunuluş biçimi dışında ideolojinin sunduğu içerik de önemlidir. İnsanları sokağa dökmeye, tüm toplumsal sorunu laiklik çatışmasında görmeye iten nedir? İdeolojinin milliyetçi duygulara kahramanca hitap etmesi haricinde çok önemli bir şey daha mevcuttur. O da okullarda hepimizin okuduğu şeydir. Kemalist “ideoloji” her soruna en iyi çözümü sunmaktadır, eklektik bir ideolojidir çünkü; her sorunun ayrı ayrı en iyi çözüldüğü yasalardan veya sistemlerden beslenmektedir. Kurulan yasalarının büyük bir kısmı farklı ülke yasalarına bağlıdır. Temelde milliyetçilik kavramını bile Fransız Devrimine, belki de Jakobenlerine borçludur. Bugün Lenin’in, Marx’ın heykelleri yıkılırken Atatürk heykellerinin ayakta kalmasının sebebi, ideolojinin en iyilerin bir birleşimi olmasıdır(!) Ancak, tarihsel düşünüldüğü zaman, eklektik bir ideolojinin kendini yaratamayacağı ortadadır. Bunun üzerine temelde şunu söyleyebiliriz ki Mustafa Kemal’in bir ideoloji yaratma düşüncesi yoktur. Bir teori adamı değildir, genelde başarılı bir asker ve pratik bir politikacıdır. Yarattığı şey bir ülke, bir cumhuriyet, bir devlettir. Ancak asla bir ideoloji değildir. Yarattığı şeylerin veya uyguladığı eylemlerin, doğruluğu veya yanlışlığı, savunulabilirliği veya geçerliliği, yalnızca tarihsel bir yaklaşım çerçevesinde değerlendirilebilir, tıpkı tüm siyasi olaylar veya eylemler gibi. Bu yüzden de Kemalizm ya da Atatürkçülük sadece yeniden-üretim mekanizmasının üzerini gizlemek için diyalektik olarak mevcut siyasetlerin alevlendirdiği bir sözde ideolojidir. Önce tek tipleştirme politikası olarak ordunun var ettiği, sonra da mevcut siyasetlerden dolayı ortaya çıkmış laiklik tartışmasının gündeme getirdiği ve hararetlendirdiği bir sonradan temellendirilmiş düşünceler bütünüdür. Burada belirtmekte yarar var. Bir şeyin ideoloji olmaması onun değerine bir etkide bulunmaz. Az önce de söylediğim gibi, yapılmış olan yapıldığı dönem şartları dahilinde değerlidir ve saygı uyandırır. Kemalizm’i, Mustafa Kemal’e mal etmeye çalışmak, bilimsellikten uzaktır ve sanıldığının aksine tarihsel kimliklere saygıdan çok zarar vermektedir.

Hiç yorum yok: