12 Şubat 2009 Perşembe

Kıyamet Öyküleri #3 - Değişim

Ankara’da yaşadığım günlerden dolayı bazen bana Ankara’yı soruyorlardı. Özellikle okuldayken arkadaşlarım. Ben çocukken Ankara özel bir yerdi, bir başkent. Bir kültür, sanat başkenti; siyasi yönünden ayrı olarak. Ancak ben okuldayken tüm arkadaşlarım Kocaeli dışında hiçbir yeri görmedikleri için ben nereden geliyor olsam da aynı ilgiyi yönelteceklerdi eminim ki. Onların sorularını cevaplarken Ankara’yı düşünür kendimi ağlamamak için zor tutardım. Ankara bana göre iki tip caddeleri olan bir kentti. Birincisi eş caddelerdi. Bu eş caddelerin her yeri yaklaşık eşit aynı yüksekliğe sahipti. Bu caddelerde gelir dağılımı dengesizlik göstermezdi. Mağazaların fiyatları aynıydı, yemek yeme yerleri aynı lükslüğe sahipti. Diğerleri ise değişim caddeleriydi. Bunlar yukarıdan aşağı doğru giderdi ve diğer caddeleri dik keserdi. Bu caddelerde önce lüks bir restaurant sonra da hırdavatçı görebilirdiniz. Bu caddelerden geçerken hep kendimi farklı bir yerlere gider gibi hissederdim. İnsanların konuşmaları, evlerin şekilleri, her şey değişirdi yol boyunca. Küçük bir çocuk için enteresan tespitler gibi gelse de şu anda, haksız da gelmiyor bana. Ankara’nın hep daha lüks ve zengin olan yukarısı ve hep daha karışık, keşmekeş, daha basit olan aşağısını birleştiren caddelerdi bunlar ve ben bunu ufacık bir çocukken anlayabiliyordum. Bir değişim vardı o caddelerde, o yaşta henüz hissedemeyeceğim ama zamanı gerince öğreneceğim, büyük bir değişim.

Ailemle parklara gittiğimizi anlatırdım, aldığım küçük dantelli elbiseleri; onları giyip gittiğim bale gösterilerini. Bir sürü hayvanı gördüğüm hayvanat bahçelerini ve yalnızca penguenlerin bulunduğu yemekli, müzikli toplantıları. Hepsini anlatırdım ve arkadaşlarım bana hayran hayran bakardı. Okuldan eve dönünce halam okulun nasl geçtiğini sorardı, sanki aynı meraka o da sahipmişçesine tekrar bir de halama anlatırdım Ankara’yı. Halam beni çok severdi; annem kadar, babam kadar. Saçlarımı tarardı, her gün iki defa. En sevdiğim börekten yapardı her hafta. Halam çok severdi beni. Beni Kocaeli’deki ufak parklara götürürdü ama tozlu havadan her yerim kararırdı sanki orada. Ankara gibi olamazdı Kocaeli. Ankara’da annem vardı, baleyi bana önce o öğretmişti. Çok güzel kadındı annem. Babam da şanslı bir adam. O penguenlerin arasında hemen belli ederdi kendisini. Yakışıklıydı da. Ben de böyle bir çiftin güzel kızlarıydım. Bu arada babam penguence bilirdi. Çünkü, ne zaman o kıyafetlerini geçirse üzerine, yemekli-müzikli o toplantılarda anlamadığım kelimelerle konuşurdu. Ben de penguence zannederdim işte. Bu arada o yaşıma kadar gerçek penguen hiç görmemiştim. Bakmayın, şimdi de görmüş değilim ya. Ben de babamın ufak pengueniydim, ufak baleriniydim. Babam beni çok severdi; halam da severdi ancak, babam gibi değil.

Güzel evimizin bahçesinden çıkardık, havanın mis gibi olduğu, manolya koktuğu günlerde. Sıcacık güneşin yakmadığı saatlerde kendimizi dut ağaçlarıyla bezeli sokağa atardık. Bazen yakındaki havuzlu parka giderdik. Bazen de mavi otomobilimize atlar o değişim caddelerini aşındırırdık. Ben eş caddelerden nefret ederdim. Evde oturmak hep daha güzel gelirdi. Eş caddelerde gitmenin bir alemi yoktu ki! Değişim caddelerinde ise Ankara olurdum. Bambaşka yerler görmüş, çok gezmiş gibi hissederdim. Daha önce de dediğim gibi, değişim beni böyle bir caddede buldu.

Bir gün bir gazetede garip bıyıklı bir adam resmi gördüm. Daha okumayı sökememiştim, ama resme bakıp çok güldüğümü hatılıyorum. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra sanki gülmemi Tanrı kendine yedirememişçesine ağlattı beni. Bazen babamı günlerce görmüyordum. Annem hep endişeliydi. Evimizie kara perdeler çektiğimiz oluyordu. Nedenini anlamıyordum. Babam evdeyken bile, sakalları uzun üzerinde uygunsuz kıyafetler varken bile, ahizeyi çenesine dayayıp penguence endişeli konuşuyor sonra anneme Türkçesini açıklıyor, zaten kalbi zayıf anneciğimi daha çok yorup, üzüyordu. Bir süre sonra babama kızmaya başlamıştım. Çünkü sanki annem onun yüzünden üzülüyor, ağlıyordu. Ama o hiç babama kızgın gibi değildi. Tanrı’ya kızamadığım için, beni gülmeye sevk eden o garip bıyıklı adama çok kızdım; sanki tüm bunların sorumlusu oymuşçasına.

Tüm bu olaylar üstüste olduktan sonra, babamın uçtuğunu söylediler bana. Ben ilk başta anlamadım. Babam başka bir yere uçmuştu. Korktum ilk başta bundan çok. Bazen ölen insanların uçtuğunu söylerlerdi. O ufak aklımla babamın öldüğünü sandım. Ama öyle olmadığını, başka bir ülkeye uçtuğunu söylediler. O zaman da aklım tam ermedi ama bir binada gördüğüm resim yardımı ile bana uçağı anlattılar. Onu ben daha önce havada görmüştüm ki, hayvanat bahçesindeydik o sırada hem de. Annem bu aralar bana sık sık sarılıp öpüyor, başımı okşuyor ve benim ne kadar akıllı, ne kadar güzel bir kız olduğumu tekrarlayıp duruyordu. Yakın bir zamanda babam geldi. Çok sevinmiştim. Onun yüzü bembeyazdı, sakalları kim bilir kaç günlüktü ama gözleri yine kopkoyu kahverengiydi. Ona sarılışımı hala hatırlıyorum. Ancak o günün benim için değişimin başlangıcı olacağını nereden bileyim.

Bir gün halam bize geldi. Annem ve babamın bir işleri olduğundan bahsetti. Onlar bir yere gideceklerdi, gitmeleri gerekiyordu. Bu akşam bana halam bakacaktı. Halam da yaptığı manzara resimlerini sergilemek için Ankara’da bulunuyordu. Bunu fırsat bilip benimle de dostluğunu pekiştirmeye niyetliydi. Bana o gece çok fazla anlamsız şey anlattı bunu hatırlıyorum. Kötü bir kaç adamdan, bir kaç yabancıdan bahsetti. Sonra onların kötülük yaptığı adamlardan bahsetti. Anlamamıştım ama sonra babamı övmeye başladı. Onun bir kahraman olduğunu falan anlattı bana. Ne vardı yani benim babam elbette bir kahramandı, neymiş bilmem ne kaç kişiyi kurtarmış diyordu halam. Tabii ki kurtaracaktı o benim babamdı ya. Ben de pek dinlemiyordum halamı ya neyse. Saçmalıyordu işte kendince. Zaten halam hep saçmalar gibi gelirdi bana, küçücükken bile.

Halam birşeyler anlatırken kapının çalınışını hatırlıyorum. Sonra genç bir çocuğun bir şeyler diyişini pervazdan gizlice izlemiştim. Halam kapıyı kapatmış, birden dizlerinin bağı çözülmüş, yere yuvarlanmıştı. Ben koşup yanına gitmiş, ağlamaya başlamıştım. Sonra da o ağlamaya başlamıştı. Ben ağlayarak uyuya kalmışım. Sonra halam beni yatağıma yatırmış, üstümü örtmüş. Daha sonra komşulardan birinden rica etmiş başımda durmasını. Üzerine bir şey geçirdiği gibi hastaneye koşmuş. Babam zaten kazada ölmüşmüş, annem ise halam ordayken göçmüş. Halam iki cesedi de teşhis etmiş. Ağlayarak tabii. Sonradan anlatmışlar halama da. Arabayla gidiyorlarmış ikisi, yukarıdan aşağı, eğimli bir yolda. Arabanın büyük ihtimalle freni patlamış, arabanın kontrolünü kaybetmişler. Yolun kenarına çarpmışlar. Babam orda arabadan fırlamış, annem ise arabanın içinde bir yerlere çarpmış. Sanıyorlarmış ki babam hemen orda son nefesini vermiş. Annemi ise getirdiklerinde müdahale için pek zaman yokmuş. O da kısa bir süre sonra veda etmiş işte hayata. Bunu bana halam bir süre anlatmadı. Beni Kocaeli’ye getirdi. Annemle babam nerede dediğimde ise, onlar uçtu diyordu hep. Ben de bir kere endişelendim ya boşuna, bir daha da endişelenmiyordum bu cevaba işte.

Hiç yorum yok: