12 Şubat 2009 Perşembe

DAİRE

Daha kaç defa çıkıp geleceksin ki? İnandırıcılığını bile yitirmeye başlıyorsun. Önce canlıydı zaten bebek. Şu anda sanki anneannemin saman bebeği yırtılmış da samanlarını saçıyor sağa sola. Sanki kurtuldun ve geliyorsun. Doktor orda işte atmış havluyu. Çıkacak biraz sonra yine, her zaman olduğu gibi. Özür dilerim, ya da üzgünüm gibi saçma sapan şeyler söyleyecek. Beni avutmak için falan da değil ha aslında, tamamen kendini bir nebze olsun rahat ettirebilmek için. O gece olmasa da en azından ertesindekinde rahat uyuyabilmek için. Gerçi bunu yaşadım ben, ama dur, sen neden bunu bana tekrar tekrar yaşatıyorsun. Bak, genelde bir ormanda oluyorduk. Sen, ben ve doktor, bazen de bebek (bazen diyorum çünkü şu an elinde olan açıklayamadığım samansı maddeye bebek dememi bekleme benden). Artık o muazzam ağaçlarla bezeli mekanı bana tasvir bile edemiyorsun, belki de ben tasavvur etmekteki acizliğimi bu görmekten bıktığım hayal, rüya -veya her nasıl adlandırmaktan hoşlanıyorsan ondan olsun- içinde sergiliyorum. Dur, daha dur, orman demiştik. Şimdi, hatırlarsan ben bir kere eşeklik edip atmıştım sigaramı camdan dışarı, arabayla seyahat ettiğimiz bir yaz günüydü. Ne kadar kızmıştın bana yahu. Neredeyse on yıl olacak. On yıl. Dile kolay değil mi? Gerçi senin dilin yok şu anda ve ben bunu bırak dile getirmeyi, düşünmüş olmaktan bile iğreniyorum aslında. Ne çabuk unutuluyor bazı şeyler. Ama, unutmak değil bu, bugün de hep yanlış kullanıyorum sözcükleri, edebiyat kısmı bir yana dursun. Sanırım, alkolün etkisi olmalı – gerçi azalıyor yavaş yavaş. Ne diyordum, hah, unutmak değil bu. Alışmak, kabullenmenin en üst seviyesi. Alıştım. Sen bir ölüsün. Bak, nasıl da kolay söyleyebiliyorum. Ancak, bu demek olmuyor ki halimden de çok memnunum. Şu an alkolün getirdiği ve üzerime konuşlandırdığı bir rahatlık var, genişlik aldı başını gidiyor yani. Baksana ya neler diyorum? Hem de dediklerimin saçma sapan olduğunun, bana yakışmayan şeyler olduğunun farkında olarak, ayılınca kendimden nefret edeceğimi bilerek konuşuyorum, kendimi bu zırvaları dile getirmekten alıkoyamıyorum. Dur, bir ucundan tutamadım konunun. Oradan oraya, sonra bambaşka başka bir yere. O da ne demekse.

Açık açık konuşalım mı bugün? Belki de ilk kez üstü kapalı olmayan bir şekilde. Kelimeleri ve anlamlarını, ortak bilgi dağarcığımız çerçevesinde konuşup, üzerine konuşulmayan hakkında da susarak başlayabiliriz işe. Ya da ben. Bak, öncelikle sen yoksun. Bu bir rüya. İmgelemimde yarattığım, hep de alkolün etkisiyle, bir görüntü. Aman Tanrım, ne kadar ciddi cümleler kuruyorum. Şuna bak. Güleyim bari. Seni kafamda uyduruyorum. Konuşmuyorsun ki. Kafamda bile konuşmuyorsun, ki gerçekte istesen de yapamazsın. Neden peki, rüyalarıma her seferinde girip sesini bile çıkarmıyorsun? Hiç doğmamış bebeğin kucağında yanıma gelmeye çalışıyorsun her seferinde. Senin gelmeni bekledim hep o gecede. Bi aşağı bi yukarı. Şimdi ise orda öylece duruyorsun gelmeye çalışıyorsun doktor hayır olamaz doktor gelecek doktor neden ama doktor saçmalıyorum doktor n’olur o yüz ifadesini takınma iğrenç herif üzgün değilsin çünkü hep birileri var ölen yanında senin yüzünden her şey ama üzülemezsin doktor yaşayacak değil mi?

Çöl, iyi bir seçim. Tunusu zaten sevmez miydin? Hayatım boyunca seni götürmek istediğim yer. Belki de balayında gitmeliydik. Ancak, o zaman öyle bir sevdan yoktu diye hatırlıyorum. Zaten, Tunus sevdası ne ki? Değil mi? Sinop’a da aynı derece de bayılmıştın sen zaten. Ama, yavrum, beni böyle kendi kendime saçmalarken görsen, doktoru açıklarken görsen öyle gülerdin ki. Kendime hakim olamıyorum, istediğim gibi değil tahmin edersin. Hep kendime hakim olmak istedim. Bunu başaramadım, ancak, aynı açgözlülüğü senin üzerinde denedim. Sana hakim olmayı denedim. Seni Sinop’a götürdüm. Hiç sevmemiştin değil mi? Asla bilemeyeceğim işte. Belki kendimi tekrarlıyorumdur ama, saçmaladığımı söylemiş miydim? Bu arada aslında hiç bir olay yaşanmıyor şu tüm konuşmalarım boyunca biliyor musun? Sen bana gelmeye çalışıyorsun, doktor ise çökmüş o kadar. Bense kurtuluşu içkide arayan tipik bir ademoğlu işte. Ne beklersin ki onlardan? Kurtuluşunu kimyasallarda arayan, her şeyi geciktirerek mutlu olacağını düşünen yaratık. Sen de öyleydin. Ben de öyleyim. Ama daha cesurdun, daha olgundun. Kabullenmiştin. Ben ise kabullenmekteyim. Koca on yılda yalnız bir tiyatro oyunu yazabildim. İşte oynuyorum her gece. Diyaloglar doğaçlama biraz; bu kadar uzun soluklu bir oyuna her gece gelen izleyicilerim var, tabii ki onlar sıkılmasınlar diye yapılmış bir şey bu. İroni, her zaman arkasına sığındığım şey bu. Alay, ince alay, hep kullanırdım ama sen sessiz olmamı tercih ederdin. Ben de. Ama sığınağım o benim, küçük sığınağım. Oya oya genişlettiğim kaçış bölgem. Hala da öyle.

Gözlerim kapanıyor yavaş yavaş. Alkolün etkisinin neredeyse en az olduğu noktalardan birinde uykunun etkisi karışıyor bu kez vücuduma. Bayılmak üzereyken başımı çarpmamak için masaya dayanıyorum ve artık rahatım. Kadehim yarım hala sanırım. Yarın sabah devam ederim. Isınır birazcık sadece.

Gözlerimi açtığımda, yaşamdan daha ağır gelmişti göz kapaklarım. Süreklilik göz için önemli bir şeydir olmasına ama arada o bütünlüğü göz kapakları bozar. Ben hep aynı şeyleri gün üstüne gün yaşayan bir insandım. Hayatım asla değişmedi. Üç yaşımdan beri. O zamanlar bir oyuncağım vardı. Geometrik şekilleri kalıplarına sokmaya çalıştığım bir oyuncak. Kabul etmek gerekirse asla üçgeni zorlayıp da dairenin içinden geçirmeyi denediğimi sanmıyorum. Hayatımın da o oyundan bir farkı yoktu, bundan da eminim. Umarım, senin hayatını o plastik oyuncak gibi oynamamışımdır. İşte her gün bu sorunun cevabını aramaktan kaçmak için başvuruyorum içkiye.

Hiç yorum yok: