17 Kasım 2008 Pazartesi

MEDYANIN APOLİTİZASYON AYGITI: FUTBOL

Bir Avrupa Futbol Şampiyonasını daha geride bıraktık. Uluslararası tüm spor karşılaşmalarının ve organizasyonlarının temel hedefi olan uluslar arası dialogun geliştirilmesi, barış ve kardeşlik ortamının kaynaştırılması her zaman olduğu gibi bu sefer de gerçekleşmedi. Bunun yerine, çok uluslu şirketlerin bir reklam pazarına çevirdiği, tüm futbolcuların kendini daha iyi kulüplere pazarlamaya çalıştığı, bir spor karşılaşması uğruna bir çok insanın dayak yediği, yaralandığı, öldüğü veya özellikle ülkemizdeki maganda kültürü “sayesinde” küçük yaştaki bir çok çocuğun ve yurttaşlarımızın kurşunlara hedef olduğu bir turnuva izledik yine.

Tabi ki çok açıkça bizim gördüğümüz şey buydu. Gördüklerimiz, görmediklerimiz kadar önemli değildi. Tüm turnuva boyunca ülkemizin futbol takımı çeşitli başarılar elde etti. Gruptan çıktı, çeyrek finali geçti. Tüm bu maçları son dakika golleri ya da penaltılarla kazandı. Bu ülkede bir coşku seli yarattı. Yarattı yaratmasına ama televizyonlarımız da belki de artık izleyebileceğimiz tek şey olarak kalan – ki burası da çok tartışmalıdır-haberlerimizi de işgal etti bu coşku seli. Her kanalda defalarca aynı golleri, aynı insanların konuşmalarını, dünyanın dört bir yanındaki taraftarlarla yapılmış yüzlerce “röportajı” dinlemekten bir yerden sonra gına geldi. Yok mudur bu ülkenin başka derdi, sorunu, yok mudur son günlerde başka bir gelişme şu haberlere girebilecek kadar önemli? Tabi ki de vardı. Yaşadığımız ülkenin farkına varırsak bir saniyeliğine, haberlere girecek kadar önemli şeylerin olamayacağı bir gün olmadığını anlarız. Barış elçilerinin tecavüz edilerek öldürüldüğü, her gün gasp, cinayet ve tecavüz haberlerinin eksik olmadığı, yolsuzluk haberlerinin gündemden eksilmediği bir ülke için çok boştu bu futbol rüyası. Zaten tüm kanalların bir şekilde “tekelleşmesi” söz konusu olduğunda her şey anlaşılabilir. Futbol ulusal bir bilinç olmasa da şoven bir bilinci ayaklandırdı. Her yer kırmızı beyaza büründü, hatta yarı final maçında dini sloganlar bile atıldı. Bu “birlikteliği” kullanmayı fırsat bilen medya verdi nabza göre şerbeti. İnsanları kısa bir süre bile olsa her şeyden çok uzakta tutmanın yolunu bulmuştu. Tuzla grevinden bahsedecek, Tekel’in British-American Tobacco’ya satıldığını söyleyecek, sendikalaştığı için işten çıkarılan Yörsan işçilerinin zaferini anlatacak değildi ya. AKP’nin kapatılma davası üzerine konuşulacak, Fetullah Gülen’in beraatinden bahsedilecek değildi bu medyada. Çünkü medya haber yapmıyordu. Çünkü medya devletin, kendisiyle halk arasına çekeceği perdenin anahtarını tutmaktaydı. Medya, bunun yolunu daha önceden bulmuştu. Tüm kitlenin nabzını tutmak, yer yer magazin haberciliği adını verdiği, özenme üzerine kurulu, bilinçaltına oynayan toplumsal histeri ile, yer yerse şovenist futbol yaklaşımıyla.

80 darbesinde atılan tohumların, yeşerdiği gün gibi aşikar. Kütüphanelerin kapatılıp toprak sahaların kurulduğu, sinemaların kapanıp otopark mafyasının eline düşen harabeler haline geldiği, “ya topçu ya popçu” olma imajının her 80 sonrası yetişen beyine mıh gibi kazındığı günümüzde tüm bunları görmemiz çok normal. Genel Sağlık Sigortasının kapıya dayandığı, her devlet kurumunun özelleştiği, işçinin veya çiftçinin hiç bir söz hakkı kalmadığı, laikliğin tehlike de olduğu bu ülkede bile, binlerce dolar primle oynayan bir futbol takımının ve yüz otuzaltı bin YTL aylık maaş alan teknik direktörün galibiyetine sevinebiliyorsa halkımız, bunda bir sorun vardır. Artık gerçekten milli takımımız kazandığı için mi seviniyoruz, yoksa televizyonda birileri sevinmemiz gerektiğini söylediği için mi-diğer bir deyişle, üzülmemiz gereken onca şeyi bu futbol perdesi ile bizden uzak tuttuğu(!) için mi, bilemiyorum.

(08/07/2008 tarihinde Radikal Genç ekinde "Medyanın Apolitizasyon Aygıtı" adıyla yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: