25 Ocak 2008 Cuma

MUSTAFA

Mustafa o gün geldiğinde evi her zamankinden daha sessiz buldu. Banyoya gelip işini hallettikten sonra, arkadaşının odasına gidip ona bir merhaba demek istedi. Önce adını seslendi, cevap gelmesini beklemeden kapıyı tıklatıp içeri girdi. İçeride gördüğü manzaraya bir an için şaşırdı Mustafa. Çünkü yatağın üzerinde bir sürü boş ilaç kutusunun arasında donuk gözlerle ev arkadaşı yatıyordu. Ağzının kenarında beyaz bir sıvı yanağına doğru akmış ve orada kuruyup yer etmişti. Mustafa bir anlık heyecanla gidip arkadaşının nabzını kontrol etti. Herhangi bir hareket yoktu. Vücudu soğumaya yüz tutmuştu. O anda Mustafa’nın tüm heyecanı ve şaşkınlığı yok oldu. Yatağın karşısındaki döner koltuğa bırakıverdi kendini. “Yaşadığı hayattan ve olduğu kişi olmaktan hiçbir zevk almayan birinin intiharına neden şaşmalı?” diye düşündü kendi kendine. O anda aklına arkadaşına doğum gününde hediye ettiği viski geldi. Dolabında olmalıydı. Önce çalışma masasının alt dolabını açtı. Orada sadece tomarlarca kağıt vardı, bir iki tane de sahaf kokulu sararmış kitap. Sonra elini üst dolaba uzattı. Orada hediyesi olan viskiyi buldu. Kutusunun dışında duruyordu kutusu da dolapta olmasına karşın. Dibinde çok az kalmış olan viskiyi eline aldı ve az önceki yerine hemen yerleşti. Ne yapması gerektiğini düşünmedi o anda sadece içkiyi içmek istedi. Viski şişesinin kapağını açıp koca bir yudum aldı. O meşe tadı boğazından midesine giden tüm yola işlemişti. “Evet,”dedi kendi kendine. ”Evet, şaşıracak bir şey yok elbet. Olsa olsa paniklenebilir, o da huyum değildir.” Viskinin son kalan parçasını da içti ve yerine koydu tekrar. Sonra ellerin ve yüzünü yıkama ihtiyacı duyup tekrar banyoya gitti. Banyoda üstündekileri çıkarıp bir kenara attı. Sonra odasına gidip, üzerine temiz birşeyler giydi. Sonra bir anda bir şeylerin eksik olduğu duygusuna kapıldı. Ortada bir intihar vardı, tamam, bu açıktı. Arkadaşı orada öylecene yatıyordu. Ama en azından ona, ya da ne bileyim, ailesine bir notu yok muydu? Olmalıydı, ama Mustafa o notu aramamıştı ki, dikkat bile etmemişti arkadaşının yattığı yere. Hemen ölünün bulunduğu odaya koştu. Arkadaşının yatağının sağına ve soluna baktı. Aradığı ordaydı, arkadaşının kolunun altında bir mektup zarfı vardı. Zarfın üzerinde hiç bir yazı yoktu, kime olduğunu anlamamızı sağlayan bir ibare de yoktu. Mustafa bunun herkes için, ama en çok da kendisi için yazılmış bir şey olacağını düşündü. Hem eğer başka birine yazıldıysa ve bunu mektubun içeriğini görmeden nasıl bilebilrdi ve o kişiye mektubu nasıl ulaştırabilirdi ki? Mustafa burdan aldığı cesaret ile mektubu açtı ve okumaya başladı:

“Sevgili İnsanlar,

Bu mektup eminim ki hiçbirinize, özellikle en yakınımdaki insanlar olan
annem, babam, eski sevgilim Özlem ve ev arkadaşım Mustafa için, hiç
bir şey ifade etmeyecektir. Sanıyorum ki bu mektubu ilk sen bulacaksın
Mustafa ve biliyorum ki – sanmıyorum, biliyorum – açıp merakla oku-
maya başlayacaksın. Ailesine mi versem acaba diye bir saniye bile dü-
şünmeyeceksin. Meraklanma, seni birşey için suçlamıyorum. Aksine
bu özelliğin şu anda benim oldukça işime yarıyor. İlk olarak sana bir
görev vermek istiyorum. Eğer kabul edersen. Bu mektubu okuduktan
sonra Özlem’e götür. Sonra, anneme ve babama, teker teke okusunlar.

O zaman gelelim saadete Mustafa. Neden öldürdüm kendimi merak
ediyorsundur? Aslında etmiyorsundur da yine de bir nedene ihtiyaç duy-
mak istersen diye açıklıyorum. İntihar sebeplerimi siz bu dört kişiye da-
yandırarak aktarmak çok güzel olacak. Yalnız, ne olur, kendinizi suçlamayın.
Yalnızca bir prototipsin şu değerlendirme çerçevesinde. Gelgelelim, birinci
sebebim sensin Mustafa. Evet, sen. Darılmaca gücenmece yok. Peki neden
sen? Tahmin edemezsin, etmemelisin de zaten. Şöyle açıklayayım. Umut-
suzluğumun ilk başta sebebi sensini. Çünkü her eve geç geldiğinde yanında
birilerini getiriyordun. O birileri de birilerini getiriyordu. Uyuyamıyordum.
Uykum olmasa bile, uyumak istiyordum. Sonra lanet olsun, uyuyamıyordum.
Çünkü, arkadaşlarının yaptıkları beni ilgilendirmiyordu. Yalnızlığa mahkum
olduğumu bana defalarca hatırlatmak zorundaydılar onlar. Yalnız değiller-
di. Asla sorgulamıyorlardı çünkü. Onların hayatları farklıydı benden. Ancak,
daha binlercesiyle aynıydı. Benimki farklıydı vaya onlarınkinden. Onlar,
aynı gün içinde ikinci kez farklı bir kızla salonumuzda yiyişirken en sevdik-
leri arabadan bahsediyorlardı. Kullandıkları parfümün dayanma süresini
karşılaştırıyorlardı Mustafa. Bana birini hatırlatıyordu bu, seni. Daha sonra
da sen bana “onları” hatırlatmaya başladın. En çok kimin bira içeceği
onların bir numaralı tartışmasıydı. En çok parayı hangi mesleğin kazanaca-
ğını tartışırlarken hepsi yalnızca kendi mesleğini savunuyordu. Derslerin
önemini devlet meseleleri gibi masaya yatırırken takındıkları ciddiyet başka
hiçbir yerinde yoktu hayatlarının. O lanet ciddiyet öldürüyordu beni.
Derslerin yanında; pazarlama ve liderlik sertifikalarını anlatırlarken, kıç
yalayıcı olmakla övünüyor gibiydiler yalnızca benim gözümde. Onlardan
bıkmıştım. Daha şimdiden, çünkü, bana hayatımın geri kalanını şimdiden
yaşatmaya yeminliydiler. Beni hayallerimle bile yalnız bırakmıyorlar,
bana hiç bir şans vermiyorlardı. Biraz aptal olsaydım keşke, hayata atılınca
kendim anlasaydım tüm bu iğrençlikleri. Görsemde, bilmemezlikten
gelseydim başta. Ama sürekli yüzüme tuttular aynalarını. Onların
mükemmel hayat dedikleri o iğrençliğe girmeden önce kalan bir kaç
senemi bana rahatça yaşatmadılar anlıyor musun? Sen, Mustafa, onların
bir temsilcisiydin, hiç bir suçun yoktu ama sen bana tüm bu olanları hatır-
latıyordun.

Ve geldik Bayan Mükemmel’e! Hoş geldin, tatlım! Nasılsın? Hmm, bugün
muhteşem kokuyorsun yine, her zamanki gibi. Nerden mi biliyorum?
Saçmalama canım, sen hep muhteşem kokarsın, değil mi?
Mustafa sana mektubumu iletti sanırım. Bunu okuduğuna göre. Baştan
söyliyeyim, intihar etmemin sebeplerimden biri sensin, ama aslında
senin temsil ettiklerin tıpkı Mustafa gibi. Asla senin yüzünden kendi
canıma kıymazdım merak etme. Bir gün o koca mağazalardan birine
gitmiştik Özlem. Hatırlıyor musun? Evet, onlara defalarca gittik.
Ama bunu hatırladığına bahse girerim. Sen her zamanki gibi girişte
sağda olan ilk mağazadan başladın ve tam üç saat beni gezdirdin.
Yoo, şikayetçi olmuyorum. Eskiden bu kadar alışveriş meraklısı değildin
belki ama bu o kadar da önemli değil. Bölüm arkadaşlarımız seni
gezdirdiğinden beri gözün açıldı. Alışveriş konusunda canım. Ne,
erkekler mi? Ben demedim, duydunuz, o dedi. Evet, erkekler de var tabi.
Biliyorum, bir yada iki defa senin sadakatinden şüphe ettim.
Hata ettiğimi biliyorum. Asla öyle bir şey yapmazdın. Bundan eminim
şu an. Ama değiştin özlemim. Değiştin. Seni tanıdığımda hayatımın en
büyük özlemi sen oldun. Kısa bir an için. Sonra benim oldun, ama yine
görece kısa bir an için. Seni sevdiğimi biliyordun. Ben de senin beni
sevdiğini biliyordum. Emindim. Kalbimde hissediyordum. Bak, seni
değiştirmeye çalışmadım ben. Olduğun gibi olmanı istedim.
Öyle sevdim seni. Ama sen değiştikçe, küçülen adayı gözleriyle gören
o göçmen gibi oldum. Anladın mı? Geri dönmeye çalıştım. Sen
suçladın beni. Sana ayakkabımın boyasının önemsiz olduğunu
bile anlatamayacak bir konuma geldim. Artık gözden kaybolan adadan
çıkan dumanları görüyordum yalnızca, yok olan bir adadan kalan şeyler.
Bence sen her şeyin farkındasın şu anda. Kelimelere dökmek de
gayet anlamsız, yetersiz ve saçma. Farkındasın sen:

Tütüyor burnumda ada yanığı,
Gemimin yelkenin dolduranla,
Küllerini saçan,
Aynı rüzgar aslında.

Vay vay vay. Kimleri görüyorum? Peder bey. Hoşgeldiniz sefalar getir-
diniz. Evimizin halısı yok pek tabi. Evet, meyve yemeyi de aksatı-
yorum. Tabi ki siz gençken baba parası yemek yoktu. Biliyorum, far-
kındayım. Kıraathaneden tek bir kitap almak için kovalarca su
taşırdınız. Resimli roman, fotoroman, roman vb. neşriyat.
Ancak, kim okur ki romanı? Boş işler bunlar değil mi? Şiir de öyle.
Bestelenmediği müddetçe. Disiplin önemlidir, biliyorum. Doktorluk-
ta da, mühendislikte de. Mühendislik dedim de aklıma geldi, muha-
sebe işleri nasıl gidiyor kocaman şirketimizin? Amcam ve ortaklar
muhakkak çok iyidirler. Aman aman, tatlı keyfimiz kaçmasın benim
yüzümden. Ne gerek var canım? Basit bir intihar vakası işte. Er ya da
geç sonumuz bu. Öyle değil mi baba? Belimin üstünde ince bir çizgi var
Çok zor, göremeyebilirsiniz, ancak elinizle dikkatle temas sonucu
Farkına varabileceğiniz bir çizgi. İşte o 17 yaşımda yediğim kemer sonucu
meydana gelen bir şey. Resimin okulu olmaz evet. Ressam olunmaz
çünkü ben zekiyim. Doktor olmalıyım, ya da mühendis ya da avukat ya da.
Eminim ki Picasso şirketler yönetemezdi baba, midesi kaldırmazdı.
Eminim ki bir kalem de 200 kişiyi çıkaramazdı lanet işinden iki namaz arası.
Eminim ki amcam gibi hacca gitmek için gereken parayı bir kaç vergi
parasını zimmetine geçirerek toplamazdı. Yoo, yapamazdı aptaldı çünkü o.
Ne doktor, ne mühendis olabilmişti, ne de avukat. Bana istediğim her
şeyi aldın baba. Amcamın yanında çalışıyordun. O iğrenç insanın yanında.
Evet, onu sevmediğini biliyorum. Ama onun gibi zengin olmamı istediğini
de biliyorum. Bunu anlayabiliyorum. Hepsini anlıyorum. Sana isteklerimi
söylerken yalnızca iki şeyi düşünseydin de nasıl hissettiğimi anlasaydın.
Birincisi, çok basit, babanın seni ders kitabının arasında kaptan swing okurken
yakaladığı anı. İkincisi ise daha önemli olanı; annemle evlenmek istediğin
zaman babanın seni nasıl evlatlıktan reddettiğini ve amcamın baban ölünce
seni nasıl da acıyarak, küçümseyerek, şirketten minicik bir pay
bile vermeden muhasebe müdür yaptığını. Bunları düşünsen aslında. Beni belki
de anlardın. Veya belki de bunları düşündün ve beni törpülemeye kalktın.
Ama maalesef olmadı baba. Belki senin kadar güçlü ve disiplinli değildim.
Yarattığın sonuç bu. Ama suçlayamam seni. Sen doğru olduğunu bildiğini
yaptın. Hem ben artık kimseyi suçlamıyorum.

Anneciğim! Annelerin annesi. Nasılda güzel bir kadındın? Nasıl da düşerdin
üzerime. Nasıl da bağlıydın önce Allah’a sonra ülkene ve en son da babama.
Aramızda bir tampon bölgeydin evet. Başbakana bir laf söylesem, kim
olursa olsun, naifçe kızardın. Dinle ilgili bişeyler söylesem ise daha fena.
Babama karşı gelirken önce korurdun beni, sonra bir de sen kızardın ama
daha yumuşakça anneciğim. Ama anne, kalıpların vardı senin. Değiştire-
mezdin. Hangi kızla evleneciğimden tut, derslerime kadar. Derslerim biraz
kötü gelirse, ders çalışmamış olurdum. Hükümete bir şey desem, anarşik
olurdum, ki bu kötüydü. Bir kız arkadaşım olduğunu duysan, hemen burun
kıvırırdın. Yapardın bunu, onu aşağılardın, kıskanırdın belki de. Arkadaşlarıma
da öyle. Kafandan bana gelinler uydururdun. Seçimlerimi onaylamazdın.
Ne okul seçimimi, ne bölüm, ne dost, ne sevgili. Eğer birazcık bilsen,
aldığım derslere bile müdahale ederdin. Apolitize edilmiş, siyasetten
korkutulmuş bir neslin üyesiydin. Siyasi görüşün yoktu, ve sana göre, benim de
olmamalıydı. Çünkü bu kötüydü, işkenceler vardı ucunda, ölümler, kayıplar.
Böyle görmüş ve büyümüştün. Hem devlet ne derse doğruydu.
Param yok muydu? Vardı işte. O zaman derdim neydi. Yakışıklı değil miydim?
O zaman daha güzelini bulurdum, değil mi? İçi boş süslü paketlere mahkum
Etmeliydin beni. Suratına gülen aptal kızlara. Senin için bu önemliydi değil mi?
Seni suçlayamayacağım anneciğim. Seni de babamı da suçlayamayacağım,
çünkü başka devrin, başka kültürün insanıydık. Sizinle Wittgenstein
tartışamazdım, tamam böyle bir zorunluluğum da yoktu. Ama Picasso idolüm
olamazdı çünkü saygı duymazdınız. Çünkü o bir boyacıydı. Ressam parçasıydı.
Çünkü bu eğitimi almamıştınız. Bilmiyordunuz. Benim bildiklerimi anlaya-
mayacaktınız maalesef. Hepinizden özür dilerim. Alındıysanız bir kere daha

özür dilerim.”

.............


Mektubun sonunda, adını yazmıştı. Mustafa mektubu okurken, kendini bir film izler gibi hissetti. Üzülmüştü. Her gece aynı havayı soluduğu bu eski-yakın ama şu anda çok uzak olduklarını farkettiği arkadaşı için üzülmüştü. Ama yapabileceği bir şey yoktu. O, Mustafa, arkadaşları, Özlem ya da diğerleri gibi hissedemiyorsa, Mustafa ne yapabilirdi ki. O farklı biriydi. Benim gibi hisset diye zorlamak onu daha çok intihara sürüklerdi elbette. Mustafa onun bu hissettiklerinin farkında değildi, tamam, bir şeyler seziyordu ama bu yeterli olamazdı. Hem ona yardım etmesi gereken bir uzmandı. Mustafa değildi. Mustafa bu basit gözden geçirme ile vicdanını rahat ettirmeliydi. Şu anda yapması gereken polisi falan aramaktı, ancak bunun altından tek başına kalkacakmış gibi hissetmiyordu. Bu yüzden de yardım almak ve sıradakinin de mektubu okuyup vicdanını rahatlatması için Özlem’e gitmeye karar verdi. Daha sonra ne yapacaklarını beraber düşüneceklerdi.

1 yorum:

Dieddragon dedi ki...

çok iyi olmuş bu hikaye